Taksim’e neden çıkamadık?

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Saraçhane’den Taksim’e giden yolu açamadık. Devrimci cesaret eksikliğimizden değil, sınıfla olan bağımızın zayıflığından başaramadık.

1 Mayıs “işçi bayramıymış.” Erdoğan’ın medya tayfası böyle diyor.

Eskiden işçi yerine “bahar” lafı konmuştu, “1 Mayıs bahar bayramı” deniyordu.

1 Mayıs dünya işçilerinin birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak yasakken de “bayram” diye gülünçleştiriliyordu, şimdi “resmi tatil” ilan edilmiş, yine “bayram” diye yutturuluyor.

Neyse ki başımızda Erdoğan var. Eğer bu bayram lafına inanan varsa, onlara bayramın kaç bucak olduğunu Saraçhane’de toplanan işçilere, emekçilere, onların partilerine çok iyi anlattı. “Bayram yeri savaş alanına döndü.” Yani neymiş? 1 Mayıs  bayram mayram değilmiş, mücadele günüymüş.

O halde işçi sınıfı, sendikalar ve işçi sınıfı içinde örgütlü olan partiler, 1 Mayıs’a bayrama gider gibi değil, sermayenin devletiyle mücadele etmenin gereklerini yerine getirerek gitmeliler.

Bu satırları okuyanlar “zaten öyle gittik” diyebilirler. El hak doğrudur, karşılarında tepeden tırnağa silahlı 40 bin polise, soluk almayı imkansız kılan zehirli gazlara karşı ellerindeki plastik sopalarla direnebildikleri kadar direndiler. Ama bu gidiş, işçi sınıfının gidişi değildir. Devrimci militanların gözü kara gidişidir.

Şimdi soralım: İşçi sınıfı 1 Mayıs alanlarına vaktiyle, 1970’li yıllarda nasıl giderdi?

Tepeden tırnağa örgütlü oldukları fabrikalardan, tatilmiş, değilmiş bakmaksızın, iş tulumlarıyla, baretleriyle yüzler, binler halinde çıkar; yüzbinler haline gelirdi. Mesela  “genel grev hakkımız, söke söke alırız”, ya da “DGM’yi ezdik sıra MESS’te”, ya da “faşizme geçit yok” sloganlarıyla Taksim’e girerlerdi. Sermayenin devleti “bayram mayram” diye gevelese de, fabrika kapısından işgünü içinde dışarıya atılan ilk adımın kendisi “mücadele adımı” olurdu. “Bir günlük kanunsuz grevin ilk adımı”. O ilk adımla işçi sınıfı kanuna yani devlete baş kaldırmış olurdu.

Devlet iktidarları 1 Mayıslarda işçilerin kendi güçlerini sermayeye karşı kitlesel olarak göstermesine her zaman engel olmak ister. Ama neden işçilerin sokağa çıkmasını ezmekten korkarlar? Çünkü işçi sınıfını sokakta dağıttıkları zaman, bu sınıf kafası gözü dağılmış olarak evine dönmeyecektir. Fabrikaya, işletmelere, inşaat şantiyelerine dönecektir. Devlet sokakta silahsız işçiyi kan revan içinde mi bıraktı, o işçi çalıştığı yere gider gitmez şalteri çekecek, sirenleri fayrap edecek, sermayenin memurlarını, bekçilerini kovacak, işyerinde işgal ve grev bayrağını çekecektir. “Kapitalisti öldür kazancına dokunma” demişler. Sen işçiye dokunursan, o kazancına dokunur.

Taksim alanının 1 Mayıs alanına dönüşmesi işçi sınıfının çalıştıkları yerlerde örgütlü bir güç olmasının sonucuydu. Diğerlerini bilmem, ama benim de saflarında çalıştığım Türkiye Komünist Partisi işyerlerinde illegal parti hücreleriyle işçilerin politik ve ideolojik sınıf bilinci kazanmasında öncü rol oynamıştı. Elbette bu rolü oynamada DİSK Genel Başkanı Kemal Türklerin, İbrahim Güzelce’nin, Şinasi Kaya’nın, Kemal Sülker’in ve Rıza Kuas’ın sınıf bilinçli sosyalist işçi liderleri olması ve TKP’li işçileri desteklemesi büyük etken olmuştur.

Sonunda devlet o gün de sermayenin egemenlik ve baskı aracıydı. 1976 yılında  ilk kitlesel 1 Mayıs’ı korkuyla izledi. Ertesi yıl Taksim alanını kana buladı. Buladı ama buladığına pişman oldu. 1978 1 Mayısı’nda işçi sınıfının alandaki çoğunluğu “TKP pankartlarını” açtı. “Bilen yoldaş aramızda” sloganları atıldı. TİP, TSİP, Dev Yol, Dev Sol, TDKP, Kurtuluş TİKKO bayrakları dalgalandı. Sendikal mücadele politik mücadeleye dönüşmüştü.Grevler, genel grevler birbirini izledi. Faşist-gerici karması Milliyetçi Cephe çöktü.  

Şimdi biz bu yakın tarihin çok uzağındayız. O nedenle Saraçhane’den Taksim’e giden yolu açamadık. Devrimci cesaret eksikliğimizden değil, sınıfla olan bağımızın zayıflığından başaramadık. Bilmemiz gereken, devrimi de, Taksim’i zapt etmeyi de partiler değil, onların öncülük ettiği işçi sınıfı ve  emekçi halk başarabilir.

Geçerken parantez içinde söyleyeyim: Ne yazık ki, sol güçler arasındaki düşmanlıklar işçi sınıfının sendikal hareketine büyük zararlar verdi. Karşılıklı sekter hatalar işçi sınıfının birlik cephesini önledi. DİSK içindeki CHP’li sendikacıların kimi sosyalistlerin desteği ile TKP’yi tasfiye etmek amacıyla Kemal Türkler’i DİSK başkanlığından düşürmesi ve başta Maden-İş olmak üzere sınıf sendikalarını DİSK’ten ihraç etmesi, işçi sınıfının 12 Eylül darbesine karşı direncini kırdı. Darbeden bir ay önce Kemal Türkler öldürüldü. Darbe sendikal hareketi tasfiye etti. Bugünkü vahim örgütsüzlüğün başlangıcı böyledir. O dönemde işçi sınıfının çoğunluğu sendikalarda örgütlü iken, günümüzde sendikalı işçilerin oranı tek haneli rakamlardadır.

Biz örgütlenmeye metalürji alanında başladık. TKP’ye katılmadan önce Sungurlar kazan fabrikasındaki işgalin öncüsü arkadaşımız Vahit Tulis’di. Sendikal harekette önemli rol oynadık. İşçi sınıfından kopuk devrimcilik çizgisine karşı çıktık. Ama biz de faşizme karşı silahlı direniş çizgisinden kopuk bir çizginin etkisi altında kaldık. Her iki hareketin pozitif yanlarını her iki hareketin negatif yanlarına karşı çıkarak  yeni senteze yükseltme şerefi Abdullah Öcalan’a aittir.

O halde şimdi bir tarihi gerçeğin üstü örtülmüş sayfasını açmaya sıra geldi. Kimileri PKK’yi “sınıfsal ve sosyalist olmayan” bir hareket olarak görmekte. Böyle gördükleri için kendilerini devrimci sürecin öncüsü, Kürt halkını da “yedek güç” olarak ilan etmekte.

PKK’nin Kurdistan’daki örgütlenmesinde fabrikasız Kurdistan’ın petrol kenti Batman büyük rol oynadı. PKK’nin tabanında yoksul köylülük yaygındı, onların ilk öncü gücü petrol rafinerisi işçileri oldu. Petrol-İş Batman Şubesinde PKK’li işçiler etkindi. PKK tarihinde yanılmıyorsam ilk 1 Mayıs mitingi Batman’da yapıldı. Kürsüde PKK’li Maşallah Öztürk Mazlum Doğan’ın yazdığı metni okudu. Bu başlangıç adımı ertesi yıl Batman Belediyesini PKK’nin kazanmasında rol oynadı. PKK üyesi Edip Solmaz Belediye Başkanlığını kazandı. 28 gün sonra, tıpkı Kemal Türkler’in darbeye az kala katledilmesi gibi, 1979 yılında katledildi.

Bu tarihsel kesit PKK’nin daha ilk günlerden sosyalist karakterinin köklerini bize gösteriyor. Abdullah Öcalan, başlangıçta saflarında yer aldığı ve daima büyük değer verdiği sosyalistlerin kitlelerden kopuk çizgisinin eleştirel değerlendirmesini yaptı, öncü sınıfı örgütlemekle ve yoksul köylülüğü kazanmakla ilk adımlarını attı ve bizlerden farklı olarak bu sınıf hareketinin sendikal ve parlamenter mücadelesiyle silahlı ayaklanma mücadelesini birleştirmeyi başardı.

Bu tarihin, biz TKP’liler açısından en zayıf noktası, devrimci sürecin metropollerden Kurdistan’a kaydığını o dönemde anlamamak ve bu devrimci sürecin öncü gücü PKK’yle devrimci bir ilişkiyi gerçekleştirememek oldu.

Özetle, “neden Taksim’e çıkamadık” sorusunun cevabı işte bu tarihsel sürecin içinde yatmaktadır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.