Emine Erdoğan ve Filistinli çocuklar

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Türk Aile Bakanı Mahinur hanım dün konuşuyor ve Emine Erdoğan’ın himayesinde Filistinli çocuk ile kadınlara yardım ulaştıma hazırlıklarına başladıklarını söylüyordu. Ne güzel, Filistinliler sayesinde vicdanlar bile dipten göverdi. İnsanlık hatırlandı...

Emine Erdoğan, Kurdistan’ın Siirt şehrinde doğmuş, bir Arap kadını. Kurdistan toprağına basıp havasını soluyarak, suyunu içip ekmeğini yiyerek çocukluğunun ilk yıllarını geçirdi. Ailesi daha sonra, Kürtlerden herhangi bir eziyet, gözdağı, taciz, ufak da olsa baskı gördüğü için değil,  yoksulluktan kaçarak, İstanbul‘a vardı. Orada bir göz gecekonduya sığındı. Emine denizi, kısacası İstanbul’un şıngır, mıngırını hiç gördü mü bilmiyorum, ama bu daracık yerde büyüdü.
Sonra, kendisi gibi bir gecekondu çocuğu olan Gürcü Recep Tayyip’le evlendi.
Bir gecekondudan, bir başka gecekonduya taşındı. Doyasıya yeme içme konusunda hayatlarında bir değişim olmadı, yani. Yine eskisi gibi plastik terlikli, basma entarikliydi. Kışın, damı akan gecekonduyu ısınık tutmak ise imkansızdı.
 Tabii ki devran, dönem değişip görkemli hayatları başlayınca, bir kısım medya, “bu günleri de hatırlayın ve yoksulları düşünün“ tertibinden fotoğraflar yayımladılar. Ailenin yoksul ve yoksulluktan ezik hallerini...
Bir enstantanede karı ve kocalar bir arada. Ama hiç de öyle yüzlerin güleç olduğu mutlu haller yok. Yer sofrasında kom olmuş, başları eğik, aynı tabaktan mercimek çorbası kaşıklıyorlar...
O Emine, şimdi Cumhurbaşkanı eşi. Yoksulluk günleri, çok gerilerde kaldı. Ailede kız, oğlan herkes kendi payı ile kendi nam ve hesabına birer dolar milyarderi. Zenginlikleriyle ayrı ayrı dünyaya itibar ışınlıyorlar.
Gecekondulu Emine ise artık “Türk’ün hanımefendi“si. Kamu önüne çıktığında kolunda, zenginliğini nakşeyleyip simgeleyen 50 bin dolarlık Chanel marka çantasıyla yürüyor. Daha iki yıl önce, Britanya İmparatorluğu’nun Kraliçesi Elizabeth’in huzurunda, sınırsız zenginliklerini ve kuyruğu ardında yerleri süpüren paha biçilmez elbisesi içinde yürümüştü. Gün görmüş, devranlara hükmetmiş Kraliçe, bu görkem gösterisi karşısında gözleri kamaşmış ve yüzünde anlayan için derin anlamlı bir gülüşle baka durmuştu.
Biz sıradan insanlar, o ve ailesinin birden bire eriştiği zenginliğin, sonradan Saraylı hallerine alıştık. Her şey sıradanlaştı. Artık gözlerimiz kamaşmıyor.
Bu arada, aile medyası bizlere “hanımefendi“nin başka yanlarını, örneğin olağanüstü cömertlikteki vicdanını, yüreğinin şefkatli ve yardımsever hallerini de gösterdi. Onu, sakat bir köpeği sevip başını okşarken gördük. Sevgili kocasıyla Filistinli çocuklar için, göz yaşlarını silen hallerini seyrettik ki, bu “cenaplı“ halleri karşısında, bizlerin de gözleri yaşla dolup taştı...
Ama, acı çeken Kürtlere sıra gelince, yufka yürekli halleri bir yana, “hanımefendi“nin siluetini bile hiç görmedik. İnleyene, ağlayan Kürt’ün sesine ses olmasını bekleyenler, hayal kırıklıklarıyla kaldılar.
Çünküsüne gelince, bu topraklar Türk olmayan Türkler, yani çakma Türklerin elinde. Onlardan olmayan, kendilerini inkar edip “çakma“lığa geçmeyen yerlileri, şu ya da bu şekilde yok ederek yerleri, yuvalarına kondular. Yüz yıldan beri de, Kürtleri yok etme uğruna harcıyorlar tüm varidat ve enerjilerini. Yüz yılda kaç kuşak bu yolda ömür tüketti, kaç yüzbin ve milyon katil yetişti hesabı bir yana, Kürtler ilk günden beri düşmandır.
Düşmana çiçek sunulduğu gibi merhamet edilmiyor, işte.  
Her neyse ve her ne halse, “hanımefendi“ ailesinin “hükümranlık“ devranı boyunca, Kürt “vatana hizmet“, dolayısıyla “Türk’ün bekaa“ davası olarak köşeye oturtuldu ve “yaşasın ölüm“ halleri, onlara yaşama biçimi oldu. Şehirler, “atış serbest“ komutu ile bombalanıp kadınlar, çocuklar yıkıntı altında can verirken, kocasının kanlı dizginini elinde tuttuğu rejim katledilmişlere de eziyet edip köpeklere ikram ederken, onun itirazını kimse duymadı, görmedi.  
Kocası rejiminin insan başına yıktığı Şırnak, Cizre’nin enkazından fırlayıp kırlara sığınıp bezden çadırlar açarak altına sığınan kadın ve çocuklar bomba ve füzelere tutuldular. Onlara ekmek, bir yudum su yetiştirmeye çalışanlar, kurşunlarla durduruldular.
IŞİD’den kaçan Êzîdî Kürtler de insandı. Bu yakadaki kardeşlerince barındırılmışlardı. Ama barınakları başlarına yıkılıp kovulduklarında, “hanımefendi“nin gölgesi de yoktu ortalıkta.
Ve kocası, salt Kürtler yaşıyor diye Efrîn’i, Serêkanîyê, Gresipî’yi işgal edip her yaştan insanı yeri yurdundan söküp atarak, yerlerine katillerini yerleştirirken de sesi duyulmadı. Türk devletinde, esir alınmış Kürt kadınları için satış pazarları kurulurken de...
Türk Aile Bakanı Mahinur hanım dün konuşuyor ve Emine Erdoğan’ın himayesinde Filistinli çocuk ile kadınlara yardım ulaştıma hazırlıklarına başladıklarını söylüyordu.
Ne güzel, Filistinliler sayesinde vicdanlar bile dipten göverdi. İnsanlık hatırlandı...
 Oysa solunan Kurdistan havası, içilen suyu, yedikleri ekmeği, topladıkları vergilerin de bir hatırı vardı. Ama, bunlar böyle işte...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.