Sabahın ilk ışıklarıyla tarlaya

Dosya Haberleri —

Emekçi kadınlar

Emekçi kadınlar

  • Aliye, Aygül, Nebahat ve Nuray… Adana’da narenciye bahçelerinde 13-14 saat 600 TL karşılığında çalışan kadınlar. Kimisi eşiyle, kimisi çocuklarıyla birlikte sabahın ilk ışıklarından kimi zaman karanlık çökene kadar, sigortasız ve iş güvenliğinden yoksun çalışıyor. 
  • Sabahın dördünde yollara koyulan Aliye, çalışma koşulları ile ilgili şunları paylaşıyor: “Yaptığımız iş çok zor. Sabahın ilk ışıklarında mesaim başlıyor. Portakal saplarını demir makaslarla kestiğimiz için ellerimiz hep kesiliyor. Yorulduğumuzda dinlenme şansımız yok.”
  • 40 yaşındaki Aygül Kaya da söyle anlatıyor: "Bir kere bizim işin yazı kışı yok. Yazın domates, pamuk, salatalık, patates tarlasına gidiyorum, kışın da narenciye bahçelerine geliyorum. Yazın kavurucu sıcaklarda kışın da yağmur ve çamur içinde çalışmak zorundayım."

ERDOĞAN ALAYUMAT/MERSİN

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü her alanda değer yaratan kadınların adaletsizliğe karşı mücadelesini sembolize ediyor. Tarım sektörü ise cinsiyet ayrımcılığının en fazla görüldüğü alanlardan birisi. En yoğun işler kadınların omuzunda ve en düşük ücreti de kadınlar alıyor. Önemli bir kısmı kayıt dışı çalışmak zorunda kalan kadınlar güvencesiz çalıştırıldığı için kaza geçirse tedavi dahi olamıyor. Her türlü riske rağmen çalışmak zorunda kalan kadınlar tarlalardaki mesailerine evde de temizlik, yemek, çocuk bakımıyla devam ediyor.

Emek sömürüsünün yoğun yaşandığı Adana’da kadınlar narenciye sezonunun başlamasıyla birlikte tarlaların yolunu tutuyor. Adana’nın Yüreğir ilçesine bağlı Yunusoğlu Mahallesi çevresinde bulunan bahçelerde çalışan kadınlar sabahın dördünde yollara düşüyor. Tarım işçileri ile buluşmak için biz de sabahın ilk ışıklarında yola çıkıyoruz. Adana merkezden belediye otobüsüyle yaklaşık 40 dakikalık yolculuğun ardından narenciye bahçelerine varıyoruz. Bahçeye vardığımızda ağaç üstlerinde, merdivenlerde ve ağaç altlarında soluksuz çalışan kadın işçilerle buluşuyoruz. Çavuş baskısından kaynaklı ilk önce konuşmaya yanaşmayan kadınlar çavuşun uzaklaşmasıyla birer birer dertlerini anlatmaya başlıyor.

Aliye Çelik

Ömrü çalışarak geçti

Aliye Çelik 54 yaşında. Ekonomik nedenlerden kaynaklı 45 yıl önce Amed’in Çermik ilçesinden göç etmek zorunda kalan Aliye, Tarsus’a geldiğinde henüz 9 yaşındaymış. Genç yaşta evlendirilen Aliye, bu evliğinden üç çocuk dünyaya getirmiş. Eşi tarafından 10 yıl önce terk edilen Aliye hem evin geçimini üstleniyor hem de çocuklarına bakıyor. Binbir zorlukla çocuklarını büyüten Aliye, yaşamının büyük bölümünde çalışarak üç çocuğunu da üniversiteye gönderiyor.

Ekonomik durumlarının iyi olmaması ve feodal aile bağlarından kaynaklı gerçekleştiremediği okula gitme isteği Aliye’nin içinde bir ukde olarak kalmış. “Şimdiki aklım olsaydı mutlaka okula giderdim” diyen Aliye, “Artık benim için geç. Şimdi en büyük mutluluğum çocuklarımın hayallerine kavuşması” diyor.    

Sadece yemek için duruyoruz

Sabahın dördünde yollara koyulan Aliye, çalışma koşulları ile ilgili şunları paylaşıyor: “Yaptığımız iş çok zor. Sabahın ilk ışıklarında mesaim başlıyor. Portakal saplarını demir makaslarla kestiğimiz için ellerimiz hep kesiliyor. Çoğu zaman yüksekte çalıştığımız için ağaçtan ya da merdivenden düşebiliyoruz. Portakal dolu sepetleri taşıyoruz bu yüzden belimiz ağrıyor. Yorulduğumuzda dinlenme şansımız yok. Sadece yemek yemek için duruyoruz. Yemeğimizi yedikten sonra hemen iş başı yapıyoruz. Akşam işimiz kaçta biterse o zaman eve gidebiliyoruz.”

Günlük 600 TL

Ağır iş koşullarına rağmen günde sadece 600 TL yevmiye kazanan Aliye, evin geçimini tek başına sağlıyor. Ev kirası, faturalar, çocukların masrafları derken elde avuçta bir şey kalmadığını söyleyen Aliye, şöyle devam ediyor: “Düzenli gelirimiz yok. Her gün çalışırsam ayda sadece 18 bin lira kazanabiliyorum. Ancak hiç kimse dinlenmeden 30 gün çalışamaz. Bu koşullarda geçinmek çok zor ama bu işi yapmaya da mecburuz. Ben bu yaştan sonra ne yapabilirim ki. Mecburen çalışmaya devam edeceğim. Yaşamak için idare etmek zorundayız.”

Aygül Kaya

Üniversiteyi kazandı ama gidemiyor

Aslen Siirtli olan 40 yaşındaki Aygül Kaya, evlendikten sonra Şirnex’e yerleşir. 17 yıl önce evlenen Aygül, bu evliliğinden üç çocuk dünyaya getirir. Şirnex’te ekonomik olarak durumlarının görece daha iyi olduğunu söyleyen Aygül, özyönetim direnişleri sonrasında göçe zorlanır ve Tarsus’a yerleşir. İnşaat işçisi olan eşinin kazancı geçimlerine yetmeyince kendisi de 3 yıl önce tarlarda geçici işçi olarak çalışmaya başlar.

Gecesini gündüzüne katarak çalışan Aygül’ün en büyük kızı girdiği üniversite sınavından iyi bir puan alır ve üniversiteyi kazanır. Ancak ekonomik durumları el vermediği için kızını üniversiteye gönderemez. Önümüzdeki dönem hayat şartları el verirse kızını üniversiteye göndermeyi istiyor. 

“Benim işim sadece buradan ibaret değil” diyen Aygül, “Narenciye bahçelerinde iş yoksa evde çalışıyorum. Çoğu zaman işten eve gittiğimde çocukların bakımı, ev işleri ve yemek işi ile uğraşıyorum. Büyük kızım üniversiteye gidemediği için diğer çocuklarla o ilgileniyor ama okula gidince ne yaparım bilmiyorum” diyor.

Bu işin yazı kışı yok

Yaptığı işin zorluklarının ne olduğunu sorduğumda ise “Hangisini anlatayım” diyerek başlıyor: “Bir kere bizim işin yazı kışı yok. Yazın domates, pamuk, salatalık, patates tarlasına gidiyorum, kışın da narenciye bahçelerine geliyorum. Yazın kavurucu sıcaklarda kışın da yağmur ve çamur içinde çalışmak zorundayım. Merdivende ve ağaçların üzerinde çalışmak çok zor. Bu işte çalışanların çoğu yüksekten düşüyor. Onun dışında kışın soğuklarından kaynaklı hep hastayız. Yazın tozun toprağın içinde vücudumuzda sürekli yaralar çıkıyor. Bir hafta önce merdivenden düştüm. Şu an eğilirken zorlanıyorum. Sigortam olmadığı için kaza geçirdiğimde hiçbir hastane masrafım karşılanmıyor. Bu kadar ağır işte günlük sadece 600 lira yevmiye alıyorum.”

Kazancı asgari ücretin de altında

Aylık asgari ücretin altında maaşla geçinmeye çalışan Aygül, çocuklarına ayda bir et yemeği yaptığında mutlu olduğunu söylüyor. “Fırsatın olsa bu işi yapar mıydın?” soruma ise şu yanıtı veriyor: “Fırsatı olan bu işi yapar mı? Şimdiki aklım olsaydı okumak isterdim. Kendi mesleğimi kurmak isterdim ya da doktor olmak isterdim. Ama bunlar hepsi artık hiç gerçekleşmeyecek hayaller. Ben bu saatten sonra ne kendi işimi kurabilirim ne okuyabilirim. Üç yıldır bu işi yaptığımı söyledim ama aslında 40 yıllık ömrümün 25 yılını çalışarak geçirdim.”

Nebahat Uygur

Her şeyimizi köyde bıraktık

“Ağaç üstünde çalışmamız ayrı bir zahmet, çamur içinde çalışmamız ayrı bir zahmet, sabahın alacakaranlığında kalkıp bahçelere gelmemiz ayrı bir zahmet… Bu işin zorluklarını saymakla bitiremem.” Bu sözler ise altı çocuk annesi Nebahat Uygur’a ait. 45 yaşında olan Nebahat, Şirnex merkeze bağlı Miştexa köyünde dünyaya gelir. Henüz 11 yaşındayken 1990’da devlet tarafından ‘evlerinde gerillalar kalıyor’ gerekçesi ile köyü yakılır ve ailecek Tarsus’a göç etmek zorunda kalırlar. Göç eder ama devlet baskısı da peşlerinden gelir. Uzun yıllar ev baskınları ve işkencelerle yaşamak zorunda kalan Nebahat, şimdilerde bu baskıların az da olsa hafiflediğini söylüyor.

Rezil bir yaşama mahkum edildik

Tarsus’a yerleştikten 6 yıl sonra daha 17 yaşındayken evlendirilen Nebahat, 28 yıllık evliğinden altı çocuk dünyaya getirir. Nebahat, köyleri yakılıp yıkıldıktan sonra yaşadıkları zorlukları şu sözlerle dile getiriyor: “Metropole geldik ama elimizde ne işimiz vardı ne de bir meslek. Her şeyimizi köyde bırakmak zorunda kaldık. Herhangi bir gelirimiz yoktu. Burada inşaat ya da tarımda işçilik yapmak zorunda kaldık. Tam anlamıyla rezil bir yaşama mahkum edildik.”

Sabahın ilk ışığından karanlık çökene kadar

Çocuklarının henüz okul çağında olduğunu sözlerine ekleyen Nebahat, şöyle devam ediyor: “Sabahın dördünde kalkıp işe geliyorum. Çocuklarım evde yalnız kalıyor. Bazen uykuda kaldıkları için okul saatini kaçırıyorlar. Sabahın ilk ışıklarında bahçelerde oluyorum ama işimizin ne zaman biteceği belli olmuyor. Bazen öğleden sonra ikiye bazen üçe, bazen de akşam karanlık çökene kadar çalışmaya devam ediyoruz. Gelen kamyonu doldurana kadar çalışmak zorundayız. Kamyon dolmuyorsa başka bahçelere gitmek zorunda kalıyoruz ya da eksik yevmiye alıyoruz.” 

10 günün parası kiraya gidiyor

Narenciye bahçelerinde çalışan diğer kadın işçiler gibi günde 600 TL yevmiyeyle çalışan Nebahat, kazandığı 600 TL’nin bir market alışverişine bile yetmediğini söylüyor. Tamamen güvencesiz günde 12-13 saat çalışan Nebahat, ayda 5 bin TL kira ödüyor. Kaldığı evin çok eski ve bakımsız olduğunu ifade eden Nebahat, “Evin fayansları bile yok ama ev kiraları çok fazla olduğu için bu evden çıkamayız” diyor.

Eşinin de kendisi gibi mevsimlik işçi olduğunu belirten Nebahat, sözlerini şöyle sonlandırıyor: “Eşim işsiz. Bir oğlum fırında çalışıyor. Bir oğlum askerde diğer çocuklarım da okuyor. Bu koşullarda çalışmaktan başka şansım yok. Benim yaşamım devlet baskısıyla ve çalışmakla geçti.”

Nuray Atalay

45 yıllık ömrünün 15 yılı tarlada

45 yıllık yaşamının 15 yılını tarım işçiliği yaparak geçiren üç çocuk annesi Nuray Atalay’ın öyküsü kendi gibi narenciye bahçelerinde çalışan kadınlardan farklı değil. 15 yıldır tarım işinde yevmiyeci olarak çalışan Nuray, yaptığı işin zorluklarını şöyle anlatıyor: “Bu işin zorlukları çok fazla. Bir kere düzenli bir uykumuz yok. Sabahın erken saatlerinde yollara düşüyoruz. Günde 13-14 saat çalışıyoruz. İş olmadığı zaman da evde çalışıyorum. Evin temizliği, çocukların bakımı, yemek derken zaman kalmıyor. Sigortasız çalışıyoruz. Bir kaza geçirdiğimiz de hiçbir masrafımız karşılanmıyor.”

Kuru ekmekle geçen günler var

Nuray’ın bir kızı üniversite öğrencisi, bir kızı da üniversite sınavlarına hazırlanıyor; en küçük oğlu ise henüz lise öğrencisi. Eşiyle birlikte tarım işinde çalışarak çocuklarını okutmaya çalışan Nuray, aldığı ücretin hiçbir şeye yetmediğinden dert yanıyor. Çocukların masrafı, faturalar, gıda harcamalarını çıkardığında elinde bir şey kalmadığını belirten Nuray sözlerini şöyle noktalıyor: “Bazı günler sadece kuru ekmek yiyerek yaşıyoruz. Seçeneğim olsaydı bu işi yapmak istemezdim. İlk önce sigortalı, iş güvencesi olan bir işte çalışmak isterdim. Elden ayaktan düşersem hiçbir güvencem yok. Devlet ayda bin 200 TL fakirlik parası veriyor ama bu parayla biz ne yapalım. Yeşil kartım var hastalandığımızda ya da kaza geçirdiğimde masraflarımızı yeşil karttan karşılıyoruz. Evim kira değil tek avantajım o. Evim kira olsaydı çocuklarımı okutamazdım. Buna rağmen çok zor geçinebiliyorum.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.