31 Mart seçimleri ve AKP

Cihan DENİZ yazdı —

  • AKP’nin statükonun bir partisine dönüşmesi, “birden bire” meydana gelmiş bir şey değildir. 2014’den bugüne adım adım gelen bir sürecin neticesidir. Bu süreç anlaşılmadan AKP’nin bugün geldiği nokta anlaşılamaz. Ama Kürt Sorunu’nun seyri anlaşılmadan da bu süreç anlaşılamaz.
  • Bugün AKP’nin statükonun bir partisi haline gelmesinden şikayet edenlerin, AKP’nin oylarındaki erimeye bir çıkış yolu arayanların, en başta cesaretle Dolmabahçe Mutabakatı’nın ortadan kaldırılmasıyla, İmralı’da uygulanan tecritle, Kürt Sorunu’ndaki güvenlikçi siyasetle hesaplaşması gerekmektedir.

31 Mart seçimlerinde AKP Batı’da ve Kürt illerinde büyük ve tarihi bir yenilgi aldı. Kazandıkları 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimi dahil AKP’nin oy tabanında ciddi bir erime olduğu gözlemleniyordu. Ama bu seçimde AKP tarihinde ilk kez bir seçimde birinci parti olamadı. Dahası, geçen seçimde kaybettiği İstanbul, Ankara, Antalya, Mersin, Adana’ya ek olarak bu seçimde elinde kalan neredeyse bütün büyükşehirleri kaybetti. Kürt illerinde de, neredeyse sekiz yıldır kesintisiz uygulanan kayyum dayatmasına ve onun bir başka versiyonu olan seçmen kaydırmalarına rağmen, büyük bir yenilgi yaşadı.

Yaşanan bu hezimet sonrasında, MHP kanadında ciddi bir tartışma ve hesaplaşma yaşanmazken, AKP içinde, tabiri caizse, çarşı karıştı. Siyasetçisinden gazetecisine ve trolüne kadar tüm AKP cenahı hesabı birine kesmenin ve yenilgi için bir günah keçisi bulmanın derdiyle birbirini suçlamaya başladı. İktidar kontrolündeki medyada ilk kez izlenen siyasete ilişkin açık ve onlardan beklemeyeceğimiz oranda sert yazı ve yorumlar peşi sıra geldi. Kimi kibir dedi; kimi yüksek enflasyon ve buna bağlı olarak yaşanan derin yoksulluk dedi; kimi toplumdan gelen tepkilere rağmen İsrail ile ticaretin kesilmemesi seçmeni küstürdü dedi; kimi ise sorumluluğu Yenden Refah Partisi’nin AKP’ye karşı aday çıkarmasında aradı. Bir kısmı ise yenilgiyi AKP’nin kendi değerlerine yabancılaşması, MHP ve Ergenekoncu kimi kesimler ile yapılan ittifak sonucu Kemalizm’e ve müesses nizama teslim olunduğu ile açıklamaya çalıştı.

Bunlardan biri de Mehmet Metiner’dir. Metiner seçim sonuçlarına ilişkin "AK Parti’nin kimliği, kurucu ilkeleri ve ruhu…" başlıklı yazısında AKP’nin kurucu ruhunu kaybettiğini ve birden bire statükoyu savunan bir partiye dönüştüğünü yazmaktadır. Ona göre mevcut sistemin devlet ile parti özdeşliğini beraberinde getirmesine bağlı olarak “statükoya karşı değişimciliği savunan AK Parti birden bire statükoyu savunan bir partiye dönülmüştür.”

Bu değerlendirmesi AKP’nin içindeki bir kesimde, özellikle de AKP içinde denklem dışında bırakılmış olanlar arasında yaygın bir görüştür. AKP’nin bugün gelinen noktada statükonun, onların sevdiği kavramla “eski Türkiye’nin” bir partisine dönüşmesi anlamında bu yorum bir gerçekliğe işaret etmektedir. Ama bu yorumu yapanlar, AKP’yi tarihinin belli bir döneminde gerçekten “statükoya karşı değişimi” savunan bir partiymiş gibi göstermenin ötesinde çok önemli bir noktada toplumu yanıltmaya çalışmaktadırlar. AKP’nin dedikleri anlamda statükonun veya müesses nizamın bir partisi haline gelmesinin bir tercih değil, ama AKP’nin Cemaat ile köprüleri attıktan sonra her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak adına MHP ve Ergenekon’un kimi kesimleri ile kurduğu ittifak ilişkisinin zorunlu bir sonucu olduğunu çok iyi bilmelerine rağmen, bu konuyla ilgili neredeyse tek kelime laf etmemektedirler.

Edemezler de. Bu konuda söz söylemek aynı zamanda iktidarın son on yıllık siyaseti ile büyük bir hesaplaşmayı da göze almayı gerektirmektedir. Çünkü AKP’nin statükonun bir partisine dönüşmesi, Metiner’in söylediği gibi son dönemde “birden bire” meydana gelmiş bir şey değildir. Tersine 2014’den bugüne adım adım gelen bir sürecin neticesidir. Bu süreç anlaşılmadan AKP’nin bugün geldiği nokta anlaşılamaz. Ama Kürt Sorunu’nun seyri anlaşılmadan da bu süreç anlaşılamaz. Bu sürecin çıkış noktasında, merkezinde ve bugün geldiği son noktada Kürt Sorunu vardır.

Dolayısıyla da, AKP’nin Cemaat ile köprüleri atması sonrasında kurulan mevcut iktidar bloğunun asıl olarak Kürt Sorunu’na barışçıl çözüm için İmralı’da PKK Lideri Abdullah Öcalan ile yürütülen müzakerelerin sonunda varılan ve bizzat Bakanların da katıldığı bir toplantı ile kamuoyuna duyurulan Dolmabahçe Mutabakatı’nın ortadan kaldırılarak Kürt Sorunu’nda güvenlikçi politikaların hayata geçirilmesi, İmralı’da geçmiş pratikleri de aşan bir tecridin devreye konması, ülke içinde ve dışında Kürtlerin kazanımlarının tasfiyesi temelinde kurulduğu gerçeği hesaba katılmadan AKP’nin nasıl statükonun partisi olduğu gerçeği asla kavranamaz.

Sonuç olarak, bugün AKP’nin statükonun bir partisi haline gelmesinden şikayet edenlerin, AKP’nin oylarındaki erimeye bir çıkış yolu arayanların, en başta cesaretle Dolmabahçe Mutabakatı’nın ortadan kaldırılmasıyla, İmralı’da uygulanan tecritle, Kürt Sorunu’ndaki güvenlikçi siyasetle hesaplaşması gerekmektedir. AKP’nin içinde bulunduğu iktidar blokunu sorgulaması gerekmektedir. Kendilerine “90’larda Kürtlere karşı kirli savaşın yürütücüleri bugün bizi niye destekler oldu” sorusunu sormaları gerekmektedir. Bunları yaptıklarında aynı zamanda bir atanmış, bir danışmanın siyasetçileri nasıl bu kadar rahat tehdit edebilecek gücü nereden aldığını da göreceklerdir.

Bunlar olmadan edilecek sözlerin ise havanda su dövmenin ötesinde bir değeri olmayacaktır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.